24 Mart 2012 Cumartesi

Hangi D&D karakterisin??

Merak bu ya, bir test çözdüm. Uzundu ama sonucunu beğendim. Görünen o ki, iyiliğe biraz sempatisi olan nötr bir karakterim varmış.

I Am A: True Neutral Elf Sorcerer (4th Level)


Ability Scores:

Strength-12

Dexterity-10

Constitution-11

Intelligence-15

Wisdom-14

Charisma-13


Alignment:
True Neutral A true neutral character does what seems to be a good idea. He doesn't feel strongly one way or the other when it comes to good vs. evil or law vs. chaos. Most true neutral characters exhibit a lack of conviction or bias rather than a commitment to neutrality. Such a character thinks of good as better than evil after all, he would rather have good neighbors and rulers than evil ones. Still, he's not personally committed to upholding good in any abstract or universal way. Some true neutral characters, on the other hand, commit themselves philosophically to neutrality. They see good, evil, law, and chaos as prejudices and dangerous extremes. They advocate the middle way of neutrality as the best, most balanced road in the long run. True neutral is the best alignment you can be because it means you act naturally, without prejudice or compulsion. However, true neutral can be a dangerous alignment when it represents apathy, indifference, and a lack of conviction.


Race:
Elves are known for their poetry, song, and magical arts, but when danger threatens they show great skill with weapons and strategy. Elves can live to be over 700 years old and, by human standards, are slow to make friends and enemies, and even slower to forget them. Elves are slim and stand 4.5 to 5.5 feet tall. They have no facial or body hair, prefer comfortable clothes, and possess unearthly grace. Many others races find them hauntingly beautiful.


Class:
Sorcerers are arcane spellcasters who manipulate magic energy with imagination and talent rather than studious discipline. They have no books, no mentors, no theories just raw power that they direct at will. Sorcerers know fewer spells than wizards do and acquire them more slowly, but they can cast individual spells more often and have no need to prepare their incantations ahead of time. Also unlike wizards, sorcerers cannot specialize in a school of magic. Since sorcerers gain their powers without undergoing the years of rigorous study that wizards go through, they have more time to learn fighting skills and are proficient with simple weapons. Charisma is very important for sorcerers; the higher their value in this ability, the higher the spell level they can cast.



Detailed Results:

Alignment:
Lawful Good ----- XXXXXXXXXXXXXX (14)
Neutral Good ---- XXXXXXXXXXXXXXXX (16)
Chaotic Good ---- XXXXXXXXXXXXXXX (15)
Lawful Neutral -- XXXXXXXXXXXXXXXX (16)
True Neutral ---- XXXXXXXXXXXXXXXXXX (18)
Chaotic Neutral - XXXXXXXXXXXXXXXXX (17)
Lawful Evil ----- XXXXXXXXXXX (11)
Neutral Evil ---- XXXXXXXXXXXXX (13)
Chaotic Evil ---- XXXXXXXXXXXX (12)

Law & Chaos:
Law ----- XXXXXX (6)
Neutral - XXXXXXXX (8)
Chaos --- XXXXXXX (7)

Good & Evil:
Good ---- XXXXXXXX (8)
Neutral - XXXXXXXXXX (10)
Evil ---- XXXXX (5)

Race:
Human ---- XXXXXXXXXXXXX (13)
Dwarf ---- XXXX (4)
Elf ------ XXXXXXXXXXXXXX (14)
Gnome ---- XXXXXX (6)
Halfling - XXXXXXXX (8)
Half-Elf - XXXXXXXXXXXX (12)
Half-Orc - XXXXXX (6)

Class:
Barbarian - (-4)
Bard ------ XX (2)
Cleric ---- (0)
Druid ----- (-6)
Fighter --- (0)
Monk ------ (-19)
Paladin --- (-23)
Ranger ---- (0)
Rogue ----- XX (2)
Sorcerer -- XXXX (4)
Wizard ---- XX (2)

25 Nisan 2011 Pazartesi

Bleach

Halihazırda ben sorgularken siz de sorgulayabilin diye bugün yıllarca niye Bleach izlediğimi sorgulayacağım. Zamanında tıfıl bir bebeyken (yazar burada 2 sene önce demeye çalışıyor) ve tatildeyken procrastination ın dibine vurarak 100-120 bölüm falan izlemiştim. Arkadaşlar bayılmışlar buna, sen de izle şöyle şahane böyle müthiş falan demişlerdi.

Hatırlıyorum, daha 70-80 bölümken CD ye çekip elime bile vermişlerdi, o derece hayranlardı yani, berisini siz düşünün. Ben de bunlara kandım. Tabii ben en o sırada en fazla 150'de falan biter diye beklediğim için (Umuda gel. 318. bölüm mü ne çıktı, daha da devam edecek yani, her halinden belli.) hafta hafta çıkan yeni bölümleri de izlemeye devam etmiştim.

285. bölüme kadar da inatla izlemeye devam ettim. (Niyeee?! NİYEEEE?!!?!!!! **sinirden kendi saçını başını yolar**) Her seferinde sevmediğim halde niye izliyorum diye sordum kendime bir cevap bulamadım. Sanırım 120 bölüm izledikten sonra emeğime yazık olmasın, bari sonunda ne olduğunu göreyim diye izlemeye devam ettim. Ha, noldu, ben bir yerden sonra sabrımı kaybedip izlemeyi bıraktım, 20-30 bölüm sonra Arrancar "Saga" sona ermiş. Sen o kadar zaman harcayıp izle, sonu aşağıdaki gibi olsun... 

"Saga"ymış.. Peeh.!

Çizeri Tenshi-no-Hikari'ye tebriklerimi takdirlerimi artık ne varsa ondan sunuyorum. Cidden, ancak bu kadar güzel ve öz anlatılabilirdi yarattığı hayal kırıklığı. Mahlasın gibi, Işığın Meleği'sin. Hay sen çok yaşa!



Güzel işlenmiş karakterler yok demiyorum. Ama sadece kasıntı karakterler üstünden de prim yapılamaz ki. Hikaye de lazım. O 300 bilmem kaç küsur bölümde ne anlattın?! Hiç! Sen verecektin bu hikayeyi Hiromu Arakawa ve FMA'nın anime ekibinin eline bak, en fazla 50-60 bölümde bundan 50 kat epik bir seri oluverir sana.

24 Nisan 2011 Pazar

Kurdele


Gelmiş geçmiş en güzel kız değildi. Aslında, güzel bir kız değildi. Keşke olsaydı, ama değildi işte. Belki sevimliydi. Sevimli olduğuna inanmak istiyordu en azından. Sevimli olsaydı iyi olurdu.

Sevimli olursanız erkek arkadaşınızın olma ihtimali vardır. Sınıftaki her kızın, Leia hariç, erkek arkadaşı vardı. Leia’nın erkek arkadaşların ne işe yaradığıyla ilgili net fikirleri yoktu, ama erkek arkadaşı olursa aynı yaşta olması gerektiğini biliyordu, bir de olmadığı için kendisinin dışlandığını. En çok Beden Eğitimi dersinde hissediyordu bunu, soyunma odasında.

Bütün kızlar anlaşmış gibi erkek arkadaşlarının ne kadar yakışıklı, güçlü veya etkileyici olduklarından bahsediyorlardı. Gerçi Leia, çocukların kız arkadaşlarından haberleri olduğundan emin değildi, ama bundan kesinlikle rahatsızdı. İşin aslına bakarsanız, nefret ediyordu. Başta ona da anlatıyorlardı bazı şeyleri Leia da, her ne kadar anlamasa da, dinliyordu. Ama insanlar size özel şeylerini anlatınca, sizin de onlara bir şeyler anlatmanızı beklerler, özel şeyler...

Leia’nın anlatmaya izni yoktu. Hem zaten, sınıftaki hiçbir çocuk onunla ilgileniyor gibi görünmüyordu. Okulun geri kalanında da öyle biri yok gibiydi. Bazı öğrenciler okuldan sonra etüt kurslarına gidiyorlardı, ama Leia’nın ailesine göre böyle saçmalıklara para verilmesine gerek yoktu. Leia kendi kendine ders çalışabilme prensibine sahip bir çocuktu, annesi de öğretmendi. Gerçi Leia’yı kurslara göndermiyor değillerdi. Ama diğer çocukların gitmediği kurslardı bunlar. Yabancı dil kurslarına gidiyordu, ama sınıf arkadaşları ya yetişkinlerdi ya da üniversite öğrencileri. Ailesi bunu bir problem olarak görmüyordu. Nasılsa evlerine yakın ve güvenilir bir kurstu.

Leia, okuldaki sınıf arkadaşlarından küçüktü. Ama ilkokulda sınıf arkadaşından bir yaş küçük olmakla, bir üniversite öğrencisiyle aynı sınıfta yabancı dil dersleri almak aynı şey değildir. Bilirsiniz, siz küçükken dünyanın geri kalanı biraz büyüktür.Yine de tüm bu gerçekler, bu kursa sizden çok büyük sıra arkadaşınızı görmek için gitmenize engel değildir.

Nedenini anlamasa da kursa onu görmek için gidiyordu. Onun söylediği her şeye hayran oluyor, onun kelimeleri telaffuz şeklini taklit etmeye çalışıyor ve onun yanındayken konuşamıyordu. Bazıları buna hoşlanmak diyebilir, hatta aşk diyenler de çıkabilir. Fakat fikir beyan eden isimsiz çoğunluğumuzun aksine, Leia hiçbir şey diyemiyordu. Doğrudan kendisiyle konuştuğunda kızarıp kendi ayaklarını bir kez daha incelemekten başka bir şey yapamıyordu. Gerçi bu, dikkat çeken bir durum sayılmazdı. Leia hemen hemen herkesle konuşurken bir anda ayaklarını ilginç bulur ve yüzü daha fazla oksijene ihtiyaç duyardı. Ama herkes karnındaki hoş sayılabilinecek o hissi yaratmıyordu. Aslında ayaklarına her zaman gülümsemezdi de. Ama dediğim gibi, dışarıdan bakınca farkı anlamanız pek mümkün değildi.

Dışarıdan bakınca gördüğünüz, 9–10 yaşlarında, sevimli yüzlü, parlak gözlü, biraz çilli, yaşına göre kısa boylu, ergenliğe girmenin hiçbir belirtisini göstermeyen sarışın bir kız çocuğuydu. Aşırı utangaç yapısı onu daha da şirinleştirse de sizinle konuşabiliyor olsa daha hoş olurdu.
Bazıları anaçtır, böyle çocukları gördüğünde sahiplenip korumak ister. Bazıları çocuk sevmez, başlarından gitsin ister. Bazıları, oyuncak gibi giydirip oynamak ister.

Bazıları da, başka şeyler ister…


Anlamasan da sarılırken niye çıplak olmalı,
Çıkar her şeyini, hariç kurdelanı.
Otururken kucağıma yanan canını,
Hişt, söyleme kimseye bu sırrımızı.

22 Şubat 2011 Salı

İtiraf 0010




Çin yemeklerini severim, sebzelerini diri seviyor olmaları hoşuma gidiyor. Dahası soya filizinden de hoşlanıyorum, çocukluğumda tarlalara dalarak ya da pazardan alarak yediğimiz taze nohutları hatırlatıyor tadı. Güzel günlerdi. Sıra da Çin yemekleriyle ilgili itirafıma gelsin:

İlk duyduğumda şaşırmış, merak etmiştim. Yasemin pilavını, yasemin çiçeğinden yapıyorlar sanmıştım. Tamam, ben de ıhlamur demlediğimde çiçeklerini yiyorum ama, pilavını yapmak hiç aklıma gelmemişti. Nitekim Çinlilerin de aklına öyle bir şey gelmemiş. Çok eminim, tarih boyunca benim gibi bir yarımakıllı düşünmüş ve denemiştir, ama güzel bir şey olmamış olsa gerek ki şu anda hiçbir yerde görmüyoruz. Sonuç olarak yasemin bir pirinç cinsiymiş. Nasıl baldo, kırık vs. pirinç cinsiyse, o da öyleymiş. Ama yasemin çayı cidden yasemin çiçeğinden yapılıyor, onu biliyorum bak. Hatta yaseminli yeşil çay çok güzeldir, tavsiye ederim. Aklıma gelmişken, siyah çayı da içmenin en lezzetli yolu kanımca Yaseminli Earl Grey. Siyah çaya; bergamot ve yasemin aromaları bu kadar mı yakışır! (:


22 Ocak 2011 Cumartesi

Albus Nine'nin Gizli Tarifi - Muffinmania


Selamlar!

Yapıp beğendiğim bir kek tarifini sizlerle paylaşmakta bir sakınca görmüyorum. Albus Nine'nin (pek de) gizli (olmayan) tarifi sizlerle!

Malzemeler:
2 yumurta
1,5 su bardağı toz şeker
1,5 su bardağı süt
Yarım su bardağı ayçiçek yağı
50 gram kakao
1,5 su bardağı un
2 paket şekerli vanilin
1 paket kabartma tozu
Yarım su bardağından bir parmak fazla damla çikolata
1,5 su bardağı iç ceviz

Yapılışı:
Önce yumurtayı biraz tek başına çırpın. Sarısıyla beyazını birbirine yedirip biraz kabarınca toz şekeri de katın ve bu kez iyice kabarıncaya kadar yüksek devirde çırpın. Bütün kek yapma prosedürlerinin temeli budur. Şekerle yumurta birlikte ne kadar iyi kabarırsa, kek o kadar güzel olur.

Daha sonra normal devirde, sütü katarak homojen olana kadar çırpın. Aynı şeyi ayçiçek yağı için de gerçekleştirin. Elinizde çok cıvık bir sıvı olması lazım, gayet normal bir şey.

Şimdi kakaoyu katma sırası. Kakao, hamura yedirmesi biraz zor bir malzemedir. Niye karışmıyor bu diye moralinizi sakın bozmayın. Boşaltın paketi cıvık hamurun üstüne, normal devirde sabırla karışmasını bekleyin. İlk kez kek yapıyorsanız mikseri sağa sola kafanıza göre oynatmayın, her tarafınız havalanan kakaoya bulanır. Yeterince beklerseniz eninde sonunda elinizde çikolata renginde ve öncekine göre daha kıvamlı bir sıvı olacaktır.

Kakaoyla başa çıktıktan sonra un çok daha kolay. Çözünme konusunda kakao kadar inatçı değildir. Bir buçuk su bardağı unu katın ve homojen olana kadar çırpın. Artık elinizde kakaolu bir kek var. Aslında muffin değil de tek bir kalıpta normal bir kakaolu kek yapmak isterseniz biraz daha kıvamlı bir hamurunuzun olması gerekir. O zaman 1,5 değil de 2 tam su bardağı un koyarsınız, ama bu muffinimizle alakalı değil.

Kabartma tozunu ve şekerli vanilini de katın, bir kez daha çırpın ama fazla abartmayın. Kabartma tozu çok karıştırılmayı sevmez. Mikserle işiniz artık bitti. Prizden çıkarıp üstündeki un ve kakaoları silip kaldırabilirsiniz.

Eğer yağlı kağıttan kalıplar kullanmıyorsanız, muffin kalıplarınızı önce bir fırça yardımıyla katı yağ ile yağlamalı, sonra da üstüne çok ince bir tabaka un elemelisiniz. Un tabakası kalın olursa, muffinlerinizi çıkardığınızda bembeyaz bir tabakayla karşılaşırsınız. Ben şahsen fazla undan kurtulmak için kalıpları lavabonun üstüne ters çevirip arkasından hafifçe tap tap vuruyorum. İncecik ve eşit dağılmış bir un tabakası elde etmiş oluyorum böylece. Muffinler de kalıba yapışmamış oluyor.

Damla çikolatalar ve elinizle biraz ufalttığınız cevizleri hamurun içine atın, bir kaşıkla karıştırın ve muffin kalıplarının içine dağıtmaya başlayın. Ağzına kadar doldurmayın, biraz boşluk bırakın. Kek kabaran bir şeydir, eğer iyi ayarlamazsanız kalıplardan çok fazla taşar ve fırına bulaşır, bir de onu temizlemekle uğraşırsınız. Muffinleriniz de yamuk yumuk ve şekilsiz olur.

Önceden ısıtılmış fırında 175 derecede pişirin. Kalıplarınız küçükse daha hızlı pişer. Yukarıdaki fotoğraftaki kalpli olanlar 10-12 dakikada pişti, diğerlerinin pişmesi 15-16 dakika sürdü. Piştiğinden emin olmanın en rahat yolu keklere çatal saplamaktır. Eğer çatalda hiçbir şey kalmazsa pişmiş demektir. Yalnız, ilk 10 dakika boyunca fırının kapağını açmayın, yoksa puf diye sönüverirler. Tek kalıpta kek yapıyorsanız, ilk 20 dakika açmamanız gerekiyor fırın kapağını.

Hadi afiyet olsun!

Muffin kalıplarım:

Annem bunlara bayıldı.

Şu anda bunlarda indirim var.